Alan Turing’in ‘Makineler düşünebilir mi?’ sorusunun cevabını arayan çalışmalarından günümüze kadar yapay zekanın gelişim sürecine baktığımızda, bu basit sorunun pek çok açıdan cevap bulduğunu hatta beraberinde yeni sorular ortaya çıkardığını görmekteyiz. ’Makineler fikir eserleri üretebilir mi?’ sorusunun da büyük ölçüde cevap bulduğu günümüzde artık soruların hedefi, bu eserlerin hukuki niteliği ve buna bağlı olarak koruma kapsamı olmuştur.
Yapay zekanın ilk evresi diyebileceğimiz 1950’li yıllarda, çalışmalar çoğunlukla teorik boyuttadır Bu dönemin sonuna doğru bilim insanları, çeşitli imajların sınıflandırılması, basit oyunların oynanması gibi konularda yapay zekanın kullanılabilirliğini hem Amerika’da hem İngiltere’de yapılan buluşmalar ile tartışmaya başlamıştır. Yeni vizyon arayışlarının ortaya çıkması, yeni yazılım dillerinin kullanılmaya başlanması, devlet destekleri ve konuyla ilgili literatürün artmaya başlaması ile yapay zeka alanındaki ilerleme 1960’lı yıllarda da devam etmiştir.1970’li yıllar, alandaki çalışmaların yön değiştirdiği yıllardır. Laboratuvar ortamında yapılan kontrollü deneyler yerini, uygulama üzerine yapılan çalışmalara bırakmış, böylece yapay zeka gündelik hayata eklemlenmeye yönelmiştir. Amerikalı bilim insanı ve yapay zeka çalışmalarının öncü isimlerinden Nils Nilsson bu değişimi iki nedenle açıklamaktadır; devlet desteği ve çalışmaların o dönem için belirli bir seviyeye gelmiş olması.1980’li yıllarla birlikte yapay zeka popülerliğini gitgide artırmış, doğal dil işleme (natural language processing) çalışmaları ile birlikte artık adından iyice söz ettirir olmuştur.1997 yılında IBM tarafından üretilen Deep Blue isimli bilgisayarın dünya satranç şampiyonu Garry Kasparov’u yenmesi ve yeni milenyumun getirdiği machine learning (makine öğrenmesi) kavramının yapay zeka alanına dahil olması ile birlikte artık yapay zeka durdurulamaz bir hal almıştır. Son on yıl içinde büyük veri olgusundan faydalanılarak yapılan çalışmalar neticesinde makine öğrenmesi, derin öğrenmeye evrilmiş, faaliyet alanı ve etkisi yıldan yıla genişleyen yapay zeka, sanat ve müzik alanında da adından söz ettirmektedir.
1957 yılında Illinois Üniversitesi’nden Lejaren Hiller and Leonard Isaacson tarafından üretilen Illiac Suite for String Quartet adlı eser tamamı ile bilgisayar algoritması tarafından üretilmiş ilk eser olarak kabul edilmektedir. Kompozisyon kuralları, kullanılacak armonik yapılar, ve bu yapılar arasındaki geçişlerde kullanılacak olasılıkların önceden programlanması sayesinde üretilen bu eseri, ileriki yıllarda yapılan araştırmalar neticesinde pek çok farklı yapay zeka ürünü müzik eseri ve müzik üreten yapay zeka uygulamaları takip etmiştir. Sadece armonik yapının üretilmesi ile sınırlı kalınmamış, 1995 yılında yazılımcı Ty Roberts ve müzisyen David Bowie, şarkı sözü yaratabilen Verbasizer isminde bir uygulamaya da imza atmışlardır. Oluşturulan şarkı sözleri David Bowie tarafından eserlerinde kullanılmıştır. Son yıllarda yapılan çalışmalar ile sıfırdan müzik eseri üretmenin ötesinde ünlü bestecilerin eserlerine benzeyen müzikler de üretilmeye başlanmıştır. Rutgers Üniversitesi tarafından desteklenen Playform AI isimli oluşum, Beethoven’ın yarım kalmış onuncu senfonisini, müzisyenin önceki eserlerini kullanarak eğittikleri yapay zeka tarafından bitirebilmişlerdir. Günümüzde sayısı ve niteliği oldukça artan bu tür uygulamalar ile tür, tempo, kullanılacak enstrümanlar, duygu gibi konularda seçim yapılarak adeta sipariş usulünde müzik eseri üretebilmek mümkündür. Tüm bu gelişmeler, üretilen eserlerin hukuken korunmasının mümkün olup olmayacağı ile ilgili pek çok tartışmayı da beraberinde getirmiştir.
Bu noktada fikri eser kavramı ve fikri eserin unsurlarını gözden geçirmek tartışmalara zemin sağlaması açısından önemlidir. Fikri mülkiyet hukukunun çekirdeğini teşkil eden eser, insanın zihin süzgecinden elenerek ve hayal gücü sayesinde şekillenerek meydana gelir. Hukuk ise bu sürecin sonunda meydana gelen eserlerden sadece belirli özelliklere sahip olanları korur. Bu üretimin öncelikle algılanabilir olması gerekmektedir. Yani hayal aşamasında kalmış, sahibinin tasavvurundan çıkarak algılanabilir bir form kazanmamış ise eser olarak nitelendirilememektedir.5846 sayılı FSEK kanunu ‘ilim ve edebiyat, musiki, güzel sanatlar veya sinema eserleri’ olarak belirterek sınırlarını çizdiği eserin, objektif unsurunu oluştururken, eserin sahibinin hususiyetini taşıması subjektif unsurunu oluşturmaktadır. Nasıl ki fikri mülkiyet hukukunun odak noktası eser kavramı ise, eser kavramının odak noktası da hususiyet kriteridir. Anglo-Sakson hukuk sisteminde eserdeki orijinallik hususiyet olarak kabul edilirken, Kıta Avrupası hukuk sistemlerinde eser sahibinin kişiliği üzerinde kendini gösteren bir hususiyet tanımı kabul edilmiştir. Bunun ötesinde, işlevi açısından hususiyet eser sahibinin kişiliğine, bireyselliğine özgülenmekte ve onun kişisel, fikri çabası neticesinde eserin üretildiğini garanti etmektedir. Doktrinde kabul edilen görüşe baktığımızda ise hususiyeti meydana getiren kişisel çabanın ancak gerçek kişiden zuhur edebileceği, bir insan ruhundan kaynağını alabileceği yönündedir. Bu nedenle Türk Medeni Kanunu’nun gerçek kişi tanımı çerçevesinde, hususiyet tanımının sadece bir insana ait olabildiğini görmekteyiz. Özetle Türk fikir ve sanat eserleri kanununda, Kıta Avrupası hukuk sistemlerine paralel olarak fikirsel bir emek neticesinde meydana getirilen bir ürünün eser olarak kabul edilebilmesi için; kanunda sayılan eser grupları arasında yer almalı, algılanabilir bir nitelikte olmalı ve eser sahibinin hususiyetini taşımalıdır.
Otonom özelliklerini günden güne artırarak insanın günlük deneyimine giderek daha fazla dahil olan yapay zekanın ürettikleri eserlere, bu kriterler ışığında bakarsak 5846 sayılı FSEK kanunu kapsamında eser olarak kabul edilmesi mümkün değildir. Her ne kadar yapay zeka eserlerinin kanunda belirtilen eser tiplerine uygunluğu ve algılanabilir olma niteliği söz konusu olsa da, hususiyet unsuru burada belirleyici olmaktadır. Fikri mülkiyet hukuku kapsamında eser niteliği, bu sayılan şartların birlikte ve aynı anda olmasını gerektirmektedir. Bu nedenle yapay zeka tarafından üretilen eserler hususiyet unsuru taşımadığından hukuki korunması da mümkün olmayacaktır.
Av.Sertaç Oğul
Av. Sertaç Oğul Kimdir: 2012 yılında Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden mezun olan Serdaç Oğul çeşitli hukuk bürolarında çalışmasının yanı sıra MovetoBelgrade.com (Belgrad / Sırbistan)
Proje yöneticiliği ve The European Centre for Culture and Debate – KC GRAD (Belgrad / Sırbistan)
Yardımcı Koordinatörlüğü görevlerini de yerine getirdi. Halen fikri mülkiyet alanında avukatlık yapmaktadır ve dijital alan haklarına yönelik çeşitli çalışmalar yürütmektedir.